Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 30 Nisan 2024
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
30 Nisan 2024

 

 

 




Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor en iyi dileklerimi sunuyorum.

Bu vesileyle toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından, televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat mücadelesi veren tüm kardeşlerimize yürekten selamlarımı iletiyorum.

Tam bir hafta önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 104’üncü açılış yıl dönümünü gurur duyan bir vicdan eşliğinde kutladık.

Meclisimiz, milli hâkimiyetin ve milli hedeflerin hem tecessüm hem de tebarüz ettiği; bunun yanında istiklal ve istikbal azminin kaimen ve kamilen temsil edildiği demokrasi ve millet eseridir.

Aziz Atatürk, “yeni Türk devletinin kurucu ruhunu hâkimiyeti milliye” olarak tanımlarken feyz ve fikir kaynağı elbette Gazi Meclisimizdi.

Türk vatanını zincire vuran müstevli dayatmaları boşa çıktıysa, tam bağımsızlık onuru tıpkı bir bayrak gibi dalgalandıysa bunun şeref payesi hiç şüphesiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir.

Diyebiliriz ki Meclisimiz, meşveret ve medeniyet haysiyeti, meşruiyet ve mefkure hamlesidir.

Gazi Meclisimizin 104’üncü açılış yıl dönümüyle birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı tekraren kutluyor;

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bize emanet eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, İlk Meclis’in merhum ve muhterem mebuslarını, kurucu kahramanları, vatanımızın bekası için canlarını seve seve veren aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle, hürmetle anıyorum.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Takdir ve teyit etmenizi arzu ederim ki, Cumhuriyet’in yeni yüzyılında tarihi mahiyetli görev ve sorumluluklarımız çok fazladır.

Boşa geçecek zamanımız yoktur.

Boş yere nefes tüketmeye gerek yoktur.

Türkiye, peş peşe yapılan seçimlerin hitamında 4 yıl boyunca devam edecek seçimsiz bir döneme girmiştir.

Önümüzdeki bu zorlu süreç doğru, etkin, kararlı, kaliteli, verimli ve sonuç odaklı gelişmelere birer birer sahne olmalıdır.

Milletimizin beklentisi sürdürülebilir hizmettir.

Eğe siyaseti; aklın rehberliğinde, somut gerçekteki düğümlerin çözülmesi veya sorunların sürüklediği çıkmaz sokaklardan çıkabilme kabiliyeti şeklinde yorumlarsak, ki en isabetli tarif de kanaatimce budur, o halde gereğini yapmak için vakit kaybetmeksizin işe koyulmalıyız.

Yeni yüzyılda; “mutlu millet, güçlü devlet, huzurlu fert” idealine el birliği, inanç birliği halinde muhakkak ulaşmalıyız.

Milletimizin haiz ve hâkim olduğu; salabet ve seciye, sahavet ve sağduyu; sahabet ve safiyet biliniz ki müessir güvencemiz ve beşeri servetimizdir.

Dünyanın kaynadığı, coğrafyaların karıştığı, birbiriyle iç içe geçen kriz ve kaos dalgalarının gittikçe yaygınlaştığı günümüz şartlarında iç huzur ve toplumsal dayanışmayı bir üst faza çıkarmak, hatta sağlam esaslara bağlamak zorundayız.

Türkiye’miz yönetimde istikrarın temellendiği, milli birlik ve beraberlik duygusunun kemikleştiği nadide ülkelerden birisidir.

Bununla ne kadar iftihar etsek azdır.

Ahlaki tutarlığın, ilkeli tutumun, vatansever ve milletsever duruşun mümeyyiz ve müstesna markası olan Cumhur İttifakı siyasi istikrarın kökleşmesinde, yüksek hedeflerin uyanışında muazzam bir rol oynamıştır.

Önümüzde tarih nehri akarken, bu sarih gerçeğin bihakkın teslimi boynumuzun borcudur.

Cumhur İttifakı, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin yediemin umudu, yegâne ufkudur.

Cumhur İttifakı, Türk Devri’nin serdengeçti yüreği, kabuğunu kırıp cihan ve uzay hâkimiyetine gözünü diken aziz millet varlığının sevdalısı ve o varlığın önüne düşüp muhteşem bir istikbale taşıyan kılavuzdur.

Bunun yanında tarihi dokumuza, kültürel müktesebatımıza, milli özlemlerimize doğrudan doğruya muvafık olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, milletler mücadelesindeki siyasi ve stratejik kuvvetimizdir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni sorgulayan, yargılayan, karalayan çevrelerin asıl kaygı ve korkusu uyanan devin ayağa kalkması, küresel ve bölgesel hadiseler karşısında sözü geçen, ne diyeceği merak uyandıran bir Türkiye’nin doğuşudur.

Doğum sancılı olsa da, doğan kudret Lider Ülke Türkiye’dir.

Jeopolitik çalkantıların, jeokültürel çatlakların, siyasi ve ekonomik çarpıklıkların derinleştiği bugünün dünyasında Türkiye’mizin gücüne güç katması, adını ve varlığını hem masada hem de sahada izhar etmesi küçük bir azınlık dışında her insanımızın memnun ve mutmain olmasını sağlamaktadır.

Mazlum toplumların tercümanı olan, haksızlık karşısında susmayı reddeden, zulme tepki gösteren bir millet, bir devlet vardır ve tarihin tekerrürüne şahit olunmaktadır.

Böyle gelse de, böyle gitmez diyen; doğruya doğru, yanlışa yanlış hükmü veren bir irade hamd olsun dirilmiş ve sivrilmiştir.

Açıkça ifade etmek isterim ki, İsrail’in Gazze’de işlemiş olduğu soykırım suçunun takipçisi bilhassa Türkiye’dir.

Çocukların, kadınların, masum ve sivil bir halkın dökülen kanları inşallah yerde kalmayacaktır.

7 Ekim 2023 tarihinden buyana 35 bine yakın Filistinli kardeşimiz terör devleti İsrail’in saldırılarıyla hayattan koparılmıştır.

Gazze Şeridi’nde kabus filmlerini aratmayan korkunç bir trajedi yaşanmaktadır.

Birleşmiş Miletler kaynaklı açıklamalara bakarsak, Gazze’de 37 milyon ton enkaz ve molozun biriktiği, bunların temizlenmesi için 14 yıla ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.

Gazze’deki katliam ve yıkımın cesametini göstermesi bakımından bu tespit başlı başına ibret verici ve isyan ettirici niteliktedir.

Mısır’da devam eden taraflar arasındaki rehine takası ve ateşkes görüşmelerinin sonuca bağlanması gönülden dileğimizdir.

İsrail müzakerelerde ilerleme kaydedilmemesi halinde Refah’a kara saldırısı tehdidini sürekli gündemde tutmaktadır.

Gazze’nin yanı sıra Batı Şeria da tehlike altındadır.

Siyonist azgınlığın hesabı, Filistin topraklarını yutmak, Filistinli mazlumları Mısır ve Ürdün’e sürmektir.

Ne tarihin, ne vicdanın, ne insanlığın, ne de mukaddesatımızın kabul etmeyeceği bu barbarlığın sonu yoktur, failleri ise iki dünyada mahvı perişan olmaya müstahaktır.

Birleşmiş Milletler Filistin sorununun çözümünde acz içindedir ve reforma tabi tutulması artık kaçınılmazdır.

Güvenlik Konseyi’ndeki veto sistemi makul çözüm arayışlarını devamlı tıkamakta, demokratik olmayan, ahlaki ve şeffaflıktan yoksun olarak kabul edilmekte, bu da Birleşmiş Milletlerin temel ilkeleriyle çelişmektedir.

Konsey, yapısı ve daimî üyelerin veto yetkisi nedeniyle dünya barışı ve çatışmaların önlenmesi için bir umut olmaktan bugünkü haliyle çok uzaktır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasındaki dünya şartlarında kurulmuştur.

Bu kapsamda Konsey, savaşın yeniden şekillendirdiği bir düzenin izlerini taşımakta ve 5’i daimî olmak üzere 15 üyeden oluşmaktadır.

Kararlar, 15 üyenin en az 9’unun onayıyla alınıyor olsa da, sadece daimî üye statüsündeki ülkelerin veto hakkı bulunmaktadır.

Konseydeki üyelik şartlarının ve veto yetkilerinin değişikliği için BM Antlaşması’nda değişiklikler yapılması zorunluluğu ertelenemez düzeydedir.

Fakat bunun sağlanabilmesi için Genel Kurulda üçte iki çoğunluk sağlanması ve daimî 5 üyenin onayı gerekmektedir.

Bu ülkeler doğal olarak karar alma süreçleri üzerinde etkilerini azaltabilecek reform girişimlerine direnç göstermektedirler.

Değişime yönelik zorluklar bir direnç getirse de dünya devletleri genelinde var olan değişim talebi sürecin ve tartışmaların devamını sağlamaktadır.

Normatif baskı ve uluslararası toplumdaki köklü reform beklentisi nedeniyle, hiçbir devlet Konsey reformu çabalarını açıkça göz ardı etmemektedir.

Konseyin daimî ve geçici üyeler olarak biçimlenen yapısının II. Dünya Savaşı sonrası dönemi temsil ettiği ve günümüz ihtiyaçlarını karşılamadığı bir gerçektir.

Güvenlik Konseyi’nin mevcut yapılanması, operasyonel verimliliği engellemesi sebebiyle meşruiyet sorunları yaşandığına ve kapsayıcılık ilkesine yönelik eksiklikler olduğuna işaret etmektedir.

Daimî üyeliklerin sorgulanması ise tartışmaların önemli bir unsurudur.

Tarihsel sürece bakıldığında veto yetkisinin karar alma mekanizmalarını neredeyse her krizde kısıtlamış olması, bu yetkinin kaldırılması ya da sınırlandırılması gerekliliğinin dünya genelinde kabul görmesiyle sonuçlanmıştır.

Daimî üyeler tarafından sahip olunan veto yetkisinin yerine "çift çoğunluk" sisteminin getirilmesi veya daha geniş bir ülke yelpazesinin uluslararası karar alma süreçlerine dahil edilmesi, görüş bildirmesi ve katkı vermesine imkân sağlayacak bir mekanizmanın inşası teklif ve düşüncemizdir.

Netenyahu vakti ve saati geldiğinde Lahey’de yargılanacaktır.

Lekeli ismi tarihe katil ve soykırımcı olarak geçecektir.

İsrail halkı Netenyahu’nun şiddet politikalarından oldukça rahatsızdır.

Bu cani mutlaka görevden uzaklaştırılmalı, barış yanlısı ve iki devletli çözüme müzahir yeni bir yönetimin tezahürü behemehâl gerçekleşmelidir.

1967 sınırları kapsamında, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, coğrafi ve siyasi bütünlüğünü elde etmiş bir Filistin devletinin kurulması bölge ve dünya barışı adına mecburiyettir.

Bunun dışında bir başka seçenek imkansızdır ve hatta zulme ortaklıktır.

Türkiye, 7 Ekim’den itibaren tarihin, insani ve İslami değerlerin tarafında yerini almış; çok boyutlu, aktif ve sürdürülebilir temaslarla ateşkes ve barış ortamının yeşermesi için mücadele etmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın ve ilgili bakanlarımızın emeklerini yok saymak, geceli gündüzlü çalışmalarını inkar etmek, açık açık söylüyorum, nankörlük ve namertliktir.

Ne tuhaf, ne garip, ne üzücü bir hezeyandır ki, Netenyahu başta olmak üzere, İsrail hükümetinde görev alan bakanlar ne diyorsa, üç aşağı beş yukarı aynısını ülkemizde de dile getiren istismarcılar bulunmaktadır.

Mirasyedilerin Filistin konusunda cephe açıp Türkiye’yi suçlaması, jet yakıt satıldığını iddia edip Kürecik sakızı çiğnemeleri utanç duvarı gibi karşımızdadır.

Soyadının ağırlığını taşımaktan aciz olanların nerede durduğunu, kimlere ve nerelere hizmet ettiğini, çıkarları uğruna nasıl da şuur kaybına uğradıklarını kuşkusuz herkes bilecek ve öğrenecektir.

Üç-beş belediye almak, siyasi ikbal ve ihtiraslarını tatmin etmek maksadıyla her türlü kılığa girenleri inanıyorum ki milletimiz hoş görmeyecek, Allah da affetmeyecektir.

Ayranları yok içmeye, atla gidiyorlar çeşmeye.

Oturdukları ağır sekisi, çağırdıkları elin türküsü.

Dahası Sultanahmet’te dilenip Ayasofya’da sadaka veriyorlar.

Söyledikleri bir şey yok, yaptıkları bir şey yok, Cumhur İttifakı’nı zaafa uğratmanın dışında gayeleri yok.

Öyle insanlar vardır ki, kalbi kof, dışı dost görünür; öyle yaklaşırlar ki, dışı hoş, özü boştur.

Bilinmelidir ki, Cumhur İttifakı hesap yapanlara mecbur ve mahkum değildir.

Biz siyaseti mertçe yaparız, adam gibi yaparız, muhataplarımızın da böyle davranmalarını bekleriz.

Yalan ile yol alınmayacağını, yalancıyla da yola çıkılmayacağını çok iyi biliriz.

İsrail’in safına geçip Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ni yaylım ateşine tutan müflisleri önce millete, sonra da Allah’a havale ederiz.

Jet yakıtı üzerinden Siyonizme yakıt olanların Türkiye’yi engelleme heveslerinin kursaklarında kalacağını cesaretle söyleriz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk demişti ki:

“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir ülkeyi yok edemez. Ülkeyi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.”

Belki niyetleri öyle olmayabilir, fakat eylem ve söylemleriyle iç cephemizi tahrip etmek, milli birlik ve dayanışma hissiyatını saf dışı bırakmak için her fırsatı ganimet sayan bir güruhun varlığı çok açıktır.

Bunların muhalefet çatısı altında toplandıkları malumlarınızdır.

İstanbul Belediye Başkanı’nın, ABD’nin bir televizyon kanalına yaptığı açıklamalar, bu çerçevede Hamas’a terör örgütü iftirası atması, ne hikmetse jet yakıtcılarda bir rahatsızlık uyandırmamıştır.

Bu şahsın ağzından PKK-YPG-PYD’ye karşı tek bir kelamın çıkmadığını acaba sadece biz mi duymadık?

PKK’ya terör örgütü diyemeyen İstanbul Belediye Başkanı’nın Hamas’a terör örgütü yaftası vurmasının akılla, izanla, vicdanla, hakikatle bağdaşır bir yanı olmadığını sadece biz mi düşünüyoruz?

Siyasetin Jetgilleri neredesiniz? Niye konuşmuyor, neden üç maymunu oynuyorsunuz? Yoksa gizli saklı ilişkileriniz deşifre olur diye mi ürküyorsunuz?

Toprağını, yurdunu, yuvasını ve insanını savunan Hamas’a terör örgütü demek Netenyahu’ya vekâlet etmek, Siyonizm’in değirmenine su taşımak, cinayetleri onaylamak demektir.

Hamas’a terör örgütü demek, katledilen bebeklere, kafese ve kuşatmaya alınan Gazze’ye sırt dönmek demektir.

Ne utanç verici bir durumdur ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı küresel emperyalizmin eli ve vicdanı kanlı yüzlerine “alın beni tepe tepe kullanın” mesajı vermiş, “her emrinize, her telkininize, her tavize” amadeyim çağrısı yapmıştır.

Kulun bir hesabı olabilir, ama Allah’ın da bir hesabı vardır.

Galip olan da Allah’tır.

DEM’lenenlerin, PKK ittifakıyla gelecek planlayanların, günü geldiğinde nasıl maskaraya döneceğini, milli ve manevi değerlere şaşı bakmalarının nasıl ağır sonuçları olacağını aziz milletimiz bizzat gösterecektir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Türkiye’nin komşularıyla barışçıl, dostane, yapıcı, karşılıklı saygıya dayalı, ortak çıkarların gözetildiği ve iyi niyetli diyaloglar kurması öteden beri savunduğumuz bir politikadır.

Bu kapsamda Sayın Cumhurbaşkanımızın 22 Nisan 2024 tarihindeki Irak ziyareti, mana ve muhteva açısından tarihi önemdedir.

İki ülke arasındaki ortak tarihi, kültürel ve beşeri bağların tahkimi bölgesel barış ve istikrara destek olacaktır.

Irak’ın güvenliği ve huzuru Türkiye’nin güvenlik ve huzurudur.

Ankara ile Bağdat arasındaki istikrarlı ilişkilerin sürdürülebilir olması iki ülkenin de yararınadır.

İmzalanan ortak işbirliği için stratejik çerçeve anlaşmasıyla; güvenlik, terörle mücadele, ekonomi, ticaret, enerji, ulaştırma, çevre, sınır aşan sular, sağlık, eğitim gibi alanlarda teknik müzakerelerin sürdürülmesi ve bunun takibini yapacak ortak daimi komitelerin kurulması sağlanmıştır.

Görüşülen mühim gündem başlıklarından birisi de elbette terördür.

Irak topraklarından kaynaklı terör saldırılarına ve bölücü terör örgütü PKK’ya karşı ortak mücadelenin istişare edilmesi, PKK’nın Irak’ta yasaklı örgüt ilanı kayda değer gelişmelerdir.

Ancak olması gereken PKK’nın resmen terör örgütü ilan edilerek Irak topraklarından sökülüp atılması, bu hususta iki ülkenin azami anlayış, uzlaşma ve yardımlaşmayla hareket etmesidir.

Bölücü terör örgütünün Irak ve Suriye’de varlığının sonlanmasına eş zamanlı olarak Kalkınma Yolu Projesi’nin devreye girişiyle bölgemiz hasretini çektiği refah, istikrar, huzur ve güvenliğe kavuşacaktır.

Bu esnada Türkiye’ye ziyaret düzenleyip önce İstanbul’a gelen, alelacele belediye başkanıyla görüşme yapan Almanya Cumhurbaşkanının da döner diplomasinin yanı sıra, Türkiye’nin terörle mücadelesine destek vermesi samimi dileğimizdir.

Ankara’ya gelmeden ve Cumhurbaşkanımızla görüşmeden İstanbul Belediye Başkanına koşan Almanya Cumhurbaşkanı’nın niçin böyle bir program akışına ihtiyaç duyduğu bizim nezdimizde soru işaretleriyle doludur.

Döner edebiyatını kullanarak iç siyasete dahil olan, CHP’li belediye başkanlarını ayağının tozuyla ziyaret eden Almanya Cumhurbaşkanı’nın vermek istediği potansiyel mesajları şaibeli ve şüphelidir.

Gene de Türkiye ile Almanya arasındaki siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerin hedeflenen seviyelere tırmanması halisane temennimizdir.

Avrupa Birliği ülkelerinde faaliyet gösteren bölücü terör örgütü uzantılarına müsamaha gösterilmemesi şarttır.

Dostluk ve müttefiklik hukukunun icabı da, icrası da bunu gerektirmektedir.

31 Mart seçimlerinden sonra Kürt kökenli vatandaşlarımızla ilgili pek çok iddiada bulunulmuştur.

Türk milletinin eşit, onurlu ve muhterem mensubu olan bu kardeşlerimizin Cumhur İttifakı’na yüz çevirdikleri dahi ileri sürülmüştür.

DEM’lenmiş belediyelerdeki devir teslim törenlerinde de sistematik tahriklerin, devlete ve millete parmak sallayan iğrenç sahnelerin yaşandığı hafıza kayıtlarımızdadır.

Evvela tarihe not düşerek şu görüş ve düşüncelerimizin herkes tarafından bilinmesi dileğimdir:

Sadece Cumhuriyet’in kuruluşunda değil, tarihin her döneminde millet kavramı birleştirici ve bütünleştirici bir işlev görmüştür.

Hiçbir zaman etnik köken, dil ve din gibi farklılıklara itibar edilmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk milletinin birlikte yaşama ülküsü ve aynı kaderi paylaşma iradesi kurmuştur.

Partimiz, ülkemizde yaşayan her insanımızı “Türk milleti” tanımı içinde kucaklamakta, hepsine aynı gözle bakmaktadır.

Soy ve ırk temelinde bir üstünlük bizim nazarımızda yok hükmündedir.

Kaldı ki üstünlük sadece takvadadır.

Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü, dil, soy ve din unsurlarının da üstünde sosyolojik, kültürel ve tarihi bir gerçektir.

Kültürlerin üst kimlikle buluşması bizim için asıl ve esastır.

Bu ise asla bir dayatma ve asimilasyon değildir.

Türklüğün insanlığa yön vermek isteyen fütuhat arayışıyla, İslam’ın kutsal mesajları birleşmiş, kahraman ve muzaffer bir irade meydana gelmiştir.

Bu duygu ve ülkülerle beslenerek kurulan Türk Cihan Devletleri tarihe damga vurmuşlardır.

Kökeni, dili, dini, mezhebi ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan her insanımız bizim özbeöz kardeşimiz, milletimizin de asli unsurudur.

Her türlü ayrımcılık, bölücülük, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ayaklarımızın yedi kat altındadır.

Milliyetçi Hareket Partisi milli birlik ve kardeşliğin yılmaz müdafisidir.

 Buna da artan bir şevkle devam edecek, etnik bölünmenin önüne set çekecek, provokasyonlara gelmeyecektir.

Türkiye’nin bir Kürt sorunu yoktur, buna mukabil çok tehlikeli bölücülük ve terör sorunu vardır.

Kürt kökenli kardeşlerimizin sosyal, ekonomik ve benzeri hak kayıplarından mülhem sorunlarını konuşmak başka; kolektif mahiyetli ve etnik bölücülüğü silahlı eylemlerle takviye ve tahrik eden yapay sorunları konuşmak başkadır.

Türk ile Kürt, Alevi ile Sünni arasında uçurumlar oluşturmaya demokrasi, özgürlük ve insan hakkı kisvesine bürünerek hizmet edenler alçakların en alçağı, hainlerin en hainidir.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne hançer sallayanlar Türk’ün de, Kürt’ün de, Alevi’nin de, Sünni’nin de can düşmanıdır.

Düşmandan medet ummak teneşire uzanmaya razı olmaktır.

Türk ile Kürt’ü, Alevi ile Sünni’yi birbirinden koparmanın emelini taşıyanlar emperyalizmin tasmalı yanaşmalarıdır.

Bölücü terör sorunu yeni yüzyılda kesinlikle bitecektir.

Üç aşamalı yeni terörle mücadele stratejisinin neticesinde, PKK/YPG/PYD terörü mücavir topraklardan kazınacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın Irak ziyareti bu açıdan çok güçlü bir iradenin doğumunu müjdelemektedir.

Hazırlanmasını temenni ettiğimiz “bölücülükle mücadele ve stratejik eylem planı”yla ülke içindeki yıkım cephesi çökertilecektir.

Türkiye, milli birlik ve kardeşlik gücünün ivmesiyle çağların üzerine sıçrayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi terörü bir hak arama vasıtası gören, bölücülüğü demokratik mücadele şeklinde gösteren bölücü mihraklara direnecek, Kürt kökenli kardeşlerimizi amasız, fakatsız, bin yılın hatıralarıyla kucaklayacaktır.

Türk milletinin; kökünden, kültüründen ve tarihinden kopmuş, geçmişinden utanan, kişiliksiz ve bilinçsiz, tepkisiz, ürkek ve itaat eden, bir toplum haline getirilmesi, daha açık bir ifadeyle, ezik ve silik bir topluluğa dönüştürülmesi mümkün değildir.

Bunun tam tersini düşünenler hüsrana uğrayacaktır.

Türkiye’de bazı sermaye gruplarının, bir kısım medya organının ve akademik çevrenin dillendirdiği, çözülmemizi ve dağılmamızı esas alan hain projeyi ilerletmek için teşvik edilen aldatma kampanyasında üç sahte klişe slogan ön plana çıkmaktadır:

Bunlar; küreselleşme dinamikleri, Avrupa Birliği sürecinin gerekleri, Türk toplumunun değişim ihtiyacı ve çağa ayak uydurma zorunluluğu olarak sunulan safsatalardır.

Son dönemde, Milliyetçi Hareket Partisi’ni ve Cumhur İttifakı’nı hedef alan şirret kampanyanın arkasında da bu hain projenin taşeronları bulunmaktadır.

Bu husumet cephesi, Türk milliyetçiliği şuurundan, düşünce sisteminden, milli duruşun temsil ettiği değerlerden ve başkent Ankara merkezli politikalardan rahatsızdır.

Türk milli kimliğini, birliğini ve değerlerini koruma, yüceltme azmi ve iradesi, bu hain projenin hayata geçirilmesinin önünde en büyük engel olarak görülmektedir.

Bunlar için Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı zapt edilmesi, kontrol edilmesi, iradesinin kırılması, sesinin kısılması gereken son milli direnç kalesidir.

Türkiye’nin milli birliği ve kardeşliği, geçmişte olduğu gibi bugün de, en büyük güç ve güven kaynağımızdır.

Milli birliğimizi hedef alan hain saldırıların amacı, Türk milletini düşman kamplara bölerek bir çatışma ortamına sürüklemektir.

Türk milleti, bir bütün olarak ve ortak milli değerler etrafında kenetlenerek hain projeyi boşa çıkaracak sabır, akıl, ahlak ve kahramanlığa sahiptir.

Türk milliyetçileri bedeli ne olursa olsun, Türkiye’yi böldürmemeye kararlıdır.

Bugün gelinen tarihi dönüm noktasında herkes haddini bilmeli, aklını başına toplamalı, ateşle oynamaktan vazgeçmelidir.

Türk vatanında, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında Türk bayrağına ve İstiklal Marşı’na yan gözle bakmak, hazımsızlık göstermek, saygısızlık yapmak düşmanın bile cüret edemeyeceği soysuzluktur.

Al bayrağımızı vatan sınırları içinde indirmeye niyetlenen varsa, hatırından çıkarmasın ki, imha olmayı da göze almalıdır.

İstiklalimizin manzum seslenişini susturmayı aklından geçirenler bunun hesabını en vahim şekilde vereceklerdir.

Şayet gereği yapılmazsa, uyarıyorum, devleti ayakta tutamayız, bu coğrafyada yaşayamayız.

Altını çizerek haykırıyorum ki, Türkiye’de yerel halk yoktur, Türk milleti vardır.

23 Nisan mesajımın adresi de DEM’ciler, DEM’lenmiş ve yerel halk tabirini referans almış CHP’li bazı belediye başkanlarıdır.

Hiç kimse çalı dibi yoklamasın, deve izi saymasın, niyet okuyuculuğuna teşebbüs etmesin, Hazine ve Maliye Bakanımızın da her zaman arkasındayız.

Türk vatandaşından kaldığı otelde 120 Avro milliyet farkı alan sömürge kuklalarıyla görülecek işimiz vardır ve nefesimiz bunların siyasetteki ayaklarının ensesindedir.

Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir ses ve söz ustası olan Sayın Ferdi Tayfur’un şarkısının arka fonda çaldığı ve benim de yürüyüş yaptığım videonun yayımlanmasından hemen sonra; zoraki anlamlar çıkaranlar, çarpık değerlendirme yapanlar, polemik üretenler şimdi kulağınızı açıp beni dinleyin.

Adını bile hatırlamadığım bir küsurat partisinin sözde başkanı Kobanili Ahmet, sen de özellikle dersini almalısın.

Ne güzel söylemiş şair; söz söylemek irfan ister, anlamak insan.

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.

Bazen aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.

Merhum Sezai Karakoç’un dediği üzere; “anlamak masraflı iştir, emek ister, gayret ister, samimiyet ister; yanlış anlamak kolaydır oysa, biraz kötü niyet, biraz da cahillik yeter.”

Bir şeyi söylemek istersem muhatabına doğrudan söylerim.

Dolambaçlı yollara sapmam, kırk dereden su taşımam.

Sayın Ferdi Tayfur’un seslendirdiği gibi, hainsin diyorsam, söyleten sensin, işte bu mesaj Türkiye’nin ayağını kaydırmaya yeltenen kim varsa direk onlaradır.

Şu bazı gazete manşetlerine ve kalem sahiplerinin tefrikalarına bakar mısınız?

“Cumhur İttifakı’nda ipler koptu mu?”

“Devlet Bahçeli’den Mehmet Şimşek’e sert çıkış:”

“Bahçeli, Erdoğan’a savaş açtı.”

“AKP-MHP kavgası yükleniyor.”

“Bahçeli, AKP’ye Balans Ayarı Çekti.”

“Bahçeli, Erdoğan’ı Şimşek’le vurdu.”

 “Bahçeli iktidara ne demeye çalışıyor?”

“MHP, AK Parti’ye atanmış kayyumdur.”

“Siyasi ömrü bitmiş bir ittifakı ayakta tutma çabası.”

“Devlet bahçeli herkesi şaşırtan çıkışlar yapmaya başladı.”

“Can ile canan arasında bir hadise var.”

“Türkiye’nin yeni bir siyasi iklime ihtiyacı var.”

Bu kütük kafalı iddia sahiplerinin hepsi baltayı taşa vurmuştur.

Cumhur İttifakı’nın tasfiyesine ve sonlanmasına ümit bağlayanlar size kötü bir haberim var; Cumhur İttifakı sonuna kadar vardır, var olacaktır ve ayakta kalacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanımızla olan dostluk ve kardeşlik hukukumuzu anlayabilmeniz için balığın kavağa tırmanmasını beklemekten başka alternatifiniz kalmamıştır.

Kobanili Ahmet, senin de klinik vaka olduğunu değerlendiriyor, insan ve toplum sağlığı adına gözetim altına alınıp tedavi edilmeni özellikle tavsiye ediyorum.

Endişem odur ki, bir zaman sonra hiçbir aşı sana fayda etmeyecektir.

Siyasette merkez olma iddiasında olanlara, bu çerçevede görüş beyan edenlere de kısaca şunları söylemek isterim:

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı toplumsal siyasetin merkezidir.

Çünkü bir milletin milli ve manevi değerler manzumesini kabullenmek ve savunmak, toplumsal merkezi siyaseten ifade etmek demektir.

Toplumsal merkezin siyasal izdüşümü ise siyasi merkezdir.

Bu nedenle siyasi merkez Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’dır.

Merkez kavramı, genel politik kanaatin kabul ettiği gibi her eğilimin temsil edildiği fikirler koalisyonu demek değildir.

Milli ve manevi değerler bir merkez değer olarak nasıl Atatürk döneminde devletimizin ve milletimizin gelişmesinde belirleyici olmuşsa, çağı kavrayan Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın siyaseti de yine ülkemizin temel dinamiğini oluşturmaktadır.

Milli duruş ve ortak değerlerin merkezde yer aldığı Türk siyaset arenasında her siyasi parti kendisini bu merkeze göre tanımlamak zorundadır. 

Milletimiz yıllar süren yönlendirmenin nihayet farkına varmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı milletimizin tamamını kucaklayan siyaseti ile devlet ve millet uyuşmasını sağlamış, milli ile evrenseli, küresel ile yereli, birey ile toplumu uzlaştıran tek siyaset seçeneği olarak öne çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milletiyle birdir.

Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek dil ülküsüdür.

Yeni anayasa hazırlık sürecinde taviz vermeyeceğimiz esaslar bunlardır.

Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini ve yapısını tartışmaya açmak, etnik köken farklılıklarına dayanarak bunları yıkmaya çalışmak, devletin varlığına kastetmekle eş değerdir. 

Bunun bizim kitabımızda yazan adı da vatana ihanettir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi sonsuza kadar Türk milletidir.

Ayrıca fiyat ve finansal istikrarla beraber insanımızın mağduru olduğu hayat pahalılığı ve enflasyon baskısı doğru politikalarla, ortak sinerji ve potansiyel imkanlarımızla telafi edilecek, fırsatçıların, karaborsacıların, gün aşırı zam yapan aç gözlülerin yakasından tutulacaktır.

100 milyon nüfusu, 100 ili, 1000 ilçesiyle Türkiye önümüzdeki 10 yıl içinde ekonomik bir kudret olarak mutlaka hak ettiği mevkie ulaşacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, dünden çıkarılan ders ve sonuçlarla, 1 Mayıs’ın emniyet ve esenlik içinde geçmesini içtenlikle diliyor, tüm emekçilerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününü kutluyor, aileleriyle birlikte sağlık, huzur ve mutluluk içinde bir ömür geçirmelerini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Sözlerimi noktalarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.